“Bize yanlış yaparlarsa, adaleti sağlarız. Bizi incitirlerse, karşılığını veririz. Bize ihanet ederlerse, İntikam Mızrağı onları paramparça eder!”
Öç hırsı ve öfkeyle dolu bir varlık olan Kalista, çağırıldığında hain ve hilekârları avlamak için Gölge Adalar’dan çıkıp gelen ölümsüz, intikamcı bir ruh. İhanete uğrayan kişi kanlar içinde feryat ediyor bile olsa, Kalista yalnızca zahmetine layık bulduklarını seçer. Gazabı üzerine çökenlerin ise vay haline; çünkü bu acımasız avcıyla yapılan anlaşmalar, ancak ve ancak ruh söken mızrakların hedefine saplanmasıyla son bulur.
Hayattayken, şimdi adını kimsenin hatırlamadığı bir krallığın güçlü kralının yeğeni olan Kalista, gururlu bir generaldi. Onurlu yaşamak onun için her şey demekti ve diğer insanlardan da aynısını bekler, kral ve kraliçesine mutlak bir sadakatle hizmet ederdi. Kralının pek çok düşmanı vardı; fethettikleri topraklardan gelen bir suikastçı canına kast ettiğinde, onu ancak Kalista’nın hızlı kılıcı kurtarabilmişti. Ancak suikastçının yönünden sapıp kraliçenin kolunu yaralayan bıçağı zehirliydi ve Kalista kralını kurtarırken, farkında olmadan kraliçesinin sonunu hazırlamıştı. En iyi rahipler, cerrahlar ve büyücüler çağırıldı ama hiçbiri zehri kraliçenin vücudundan çekip alamadı. Kralın büyülü güçleri bile ancak zehrin yayılmasını yavaşlatmaya yetmişti. Üzüntüden kahrolan kral, bir çare bulması için Kalista’dan yollara düşmesini istedi. Bunun üzerine Kalista yola çıkmadan önce kendisinin yerine kralın yanında durması için Demir Kardeşlik’ten Hecarim’i görevlendirdi. Kalista ile birlikte gitmek isteyen Hecarim, kendisine verilen görevi gönülsüzce kabul etti.
Kalista bir çare bulmak ümidiyle tüm dünyayı dolaştı; bilge âlimlere, keşiş ve kâhinlere danıştı, ancak hepsinden eli boş döndü. Derken bir gün, ölümlü gözlerin ulaşamayacağı kadar uzakta, sonsuz yaşamın kaynağına sahip olduğu iddia edilen Kutlu Adalar’ın varlığından haberdar oldu ve son bir umutla bu efsanevi adaya doğru yelken açtı. Ada sakinleri, görevinin ne olduğunu biliyordu ve niyetinin ne kadar saf olduğunu anladıklarında, teknesini kendi kıyılarına doğru çektiler. Kalista kraliçeyi iyileştirmeleri için onlara yalvardı. Adadaki kardeşliğin başında bulunan kişi, vücudunu arındırabilmeleri için kraliçeyi adaya getirmesi gerektiğini söyledi. Kalista teknesine geri binerken, ona, adayı koruyan büyülü güçleri aşmak için ihtiyacı olan sihirli sözleri öğrettiler, ancak bildiklerini hiç kimseyle paylaşmaması için onu uyardılar. Kalista evine doğru yelken açtı, oysa çok geç kalmıştı; kraliçe çoktan hayatını kaybetmişti.
Kral kederle örülü bir deliliğe kapılmış, kraliçenin çürüyen cesediyle birlikte kendini kulesine kapatmıştı. Kalista’nın döndüğünü duyduğunda, bulduklarını kendisine anlatmasını istedi. Daha önce kralına karşı yeminini asla bozmamış olan Kalista, adada kendisine yapılan uyarıları hatırlayıp ölü bir bedeni oraya götürmenin hiçbir faydası olmayacağını bilerek, içi kan ağlasa da kralın talebini reddetti. Bunun üzerine Kalista’yı hain ilan eden kral, inadından vazgeçene kadar çürümesi için onu bir hücreye kapattı. Kalista, Hecarim onu bildiklerini krala anlatması için ikna edene dek burada hapis kaldı. Hecarim’e göre kral, karısının ona dönüp dönmeyeceğini bilmeliydi; böylece belki de sonunda kraliçenin ölümünü kabullenip, onu Kutlu Adalar’a gömerek sonunda huzur bulmasını sağlayabilirlerdi. Kralı içine düştüğü bu delilikten kurtarabilir ve onu zarar görmeden krallığa geri getirebilirlerdi. Hecarim’de nedense onu huzursuz eden bir şeyler vardı, ama yine de Kalista bu teklifi kabul etti.
Böylece kral, en hızlı gemilerinden oluşan ufak bir filoyla Kutlu Adalar’a doğru yola çıktı. Vardıklarında, Kalista adayı saklayan görünmez örtüyü ortadan kaldıracak sihirli sözleri söylemeye başladı ve örtü sonunda kalkıp da parıldayan kıyı karşılarında belirdiğinde, kral umutla haykırdı. Adanın merkezinde yer alan, uzaktaki beyaz şehre doğru ilerlemeye başladı kral. Şehre vardığında, kralı adanın baş muhafızı karşıladı. Kral karısını ölümden döndürmesi için muhafıza emirler yağdırdı, ancak ölüme karşı koymanın doğanın dengesine aykırı olduğu cevabını aldı. Bunu duyan kral korkunç bir öfkeyle, Kalista’ya muhafızı öldürmesini buyurdu.
Kalista bu emri reddetti; bir zamanlar ne kadar saygıdeğer, ne kadar büyük bir adam olduğunu ona hatırlatmaya çalıştı, ancak söyledikleri kralın kulaklarına ulaşmıyordu bile. Kral, muhafızı öldürmesini yeniden emretti. Kalista, yanında durması için Hecarim’e seslendi, ancak yıllardır arzu ettiği gibi, Kalista’nın yerine kralın gözdesi olarak kendisinin geçebileceğini fark eden Hecarim, bir an yanında duracakmış gibi ona yaklaşıp, ardından mızrağını korkunç bir ihanetle Kalista’nın sırtına sapladı. Demir Kardeşlik de bu hainliğe katıldı ve mızraklarını düşen Kalista’nın üzerine yağdırdılar. Kalista’ya sadık birkaç kişi çaresizce Hecarim ve şövalyelerine karşı koymaya çalıştı, ancak sayıları çok azdı; ne kadar cesur ve becerikli olsalar da, Hecarim’in adamları karşısında canlarını vermekten başka bir şey yapamadılar. Hayatı vücudundan çekilirken adamlarının ölümüne tanık olan Kalista, son nefesinde ona ihanet edenlerden öç almaya yemin etti.
Kalista’nın tekrar açtığı gözleri, doğaüstü büyünün karanlığıyla doluydu. Kutlu Adalar yaşam ve güzelliğin çarpık bir taklidine dönüşmüş; bu karanlık mekân, ebediyen yaşamla ölüm arasındaki kâbusa mahkûm olmuş, inleyen hayaletlerle doluydu artık. Tüm bunların nasıl olduğunu bilmeyen Kalista, zihnindeki o son ihanet anına tutunmaya çalıştı, ancak çok geçmeden o anlar da hafızasından yavaş yavaş silinip gitmeye başladı. Geriye yalnız paramparça göğsünde alev alev yanan bir intikam açlığı kalana kadar.
Yalnız hainlerin kanıyla dindirilebilecek bir intikam açlığı.
Yakarış
Savaşçı kadın, yanmış evinin kalıntıları arasında öylece duruyordu. Hayatta sevdiği, değer verdiği kim varsa hepsi alınmıştı elinden. Geriye sadece dipsiz bir keder ve nefret kalmıştı. Onu bir tek nefret ayakta tutuyordu artık.
Hain emirleri verirken adamın suratına yayılan sırıtış yine gözlerinin önüne geldi. Onları koruyacağına yemin etmiş, sonra o yemini ayakları altında çiğnemişti. Yemin bozanın paramparça ettiği tek aile, onunki değildi.
Peşine düşme isteğine zar zor karşı koyuyordu. O an tek arzusu, kılıcını kabzasına kadar pis herifin göğsüne gömüp, canının çekilişini gözlerinde seyretmekti. Ama ona asla o kadar yaklaşamayacağını adı gibi biliyordu.Adamın etrafı gece gündüz muhafızlarla çevriliydi, kendisi ise tek başına bir savaşçıydı. Muhafız taburunu yalın kılıç yarıp geçemezdi. Böyle ölmesi hiçbir mana taşımazdı.
Artık bu yoldan dönüş olmadığını bilerek, titreye titreye nefes aldı.
Dal parçalarını iple birbirine bağlayarak yaptığı insan şeklinde, derme çatma bir kuklayı, isten kararmış alçak bir masanın üstüne koymuştu. Kuklanın etrafına, hainin pelerininden yırtılmış bir kumaş parçası sarılıydı. O kumaş parçasını, kocasının cesedinin ellerinden söküp almıştı. Yanında bir çekiçle üç de paslı çivi duruyordu.
Her şeyi toplayıp kapı eşiğine götürdü. Kapının kendisi saldırıda paramparça olmuş, geriye sadece bir kıymık yığını kalmıştı. Ötesinde uzanan yanmış, boş tarlaları ay ışığı aydınlatıyordu.
Savaşçı kadın, çubuk kuklayı kapının ahşap pervazına bastırdı.
“Seni çağırıyorum ey İntikamın Hanımı,” dedi. Sesi kısıktı, hiddetinin yoğunluğundan titriyordu. “Yakarışımı ebedi mekânından duy. Dünyamıza intikal et. Adaletin yerini bulmasını sağla.”
Çekici ve ilk çiviyi eline aldı.
“Hainin adını bir kere anarım,” diyerek adamın adını söyledi. Söz ağzından çıkarken, ilk çivinin sivri ucunu kuklanın göğsüne dayadı. Çiviyi, kapı çerçevesinin tahtasına tek vuruşta gömdü.
Savaşçı kadın ürperdi. Sanki oda bir anda buz tutmuştu. Yoksa ona mı öyle geliyordu?
“Hainin adını ikinci kere anarım” dedi ve derken de, ikinci çiviyi ilkinin yanına çaktı.
Bakışları aşağı kayınca, yıldırım çarpmış gibi irkildi. Ay ışığı altındaki tarlada, yüz metre kadar ileride, kapkara bir siluet peyda olmuştu. Taş gibi kıpırtısızdı.
Savaşçı artık daha hızlı soluk alıp veriyordu. Dikkatini yeniden, henüz bitiremediği işine verdi.
“Hainin adını üçüncü kere anarım” diyerek, çocuklarının ve kocasının katilinin adını son kez zikretti. Son çiviyi de o anda çaktı.
Kadim intikam ruhu, eskiden kapının olduğu yerde birden belirivermişti. Savaşçı korkuyla derin bir nefes alıp, sendeleyerek geriledi.
Hayaletimsi varlık kim bilir ne zamandan kalmış zırhlara bürünmüştü. Eti yarı şeffaftı, öbür dünyanın o aydınlatmayan parıltısıyla ışıyordu. Kara Sis, bedenine canlı bir kefen gibi dolanmıştı.
Hayaletimsi siluet, göğüs zırhından fırlayan kararmış mızrağı; yaşamına son vermiş olan o meşum silahı, metali acı acı gıcırdatarak yerinden çıkarıp, savaşçının önüne attı.
Hiçbir şey söylememişti. Hiçbir şey söylenmesine gerek yoktu. Savaşçı kendisine ne sunulduğunu biliyordu: İntikam. Karşılığında ödeyeceği feci bedeli de biliyordu: Ruhu.
Hayaletin göğsünden söktüğü kalleş silahı yerden alırken, hayalet de onu seyrediyordu. Yüzü ifadesizdi, ama gözleri amansız bir öfkeyle alev alev yanıyordu.
Savaşçı “İntikama ant içerim,” dedi. Sesi titriyordu. Mızrağı kendine çevirdi, ucunu kalbine doğrulttu. “Kanımla ant içerim. Tüm ruhumla ant içerim.”
Durakladı. Kocası olsa, vazgeçmesi için ona yalvarırdı. Bu yola girip sonsuza kadar lanetlenmemesi için ayaklarına kapanırdı. Zihnini kemiren anlık şüpheyi hissetti. Ölümsüz hayalet ona bakmaya devam ediyordu.
Kocasının kılıçlar ve baltalarla parça parça olmuş cesedi, çocuklarının yere yığılışı aklına geldi yeniden. Gözleri kısıldı, kararlılığı pekişip sert bir taş gibi göğsüne oturdu. Mızrağı daha da sıkı kavradı.
Kararını vermişti. “Bana yardım et,” diye yalvardı. “Onu gebertmeme yardım et ne olur.”
Mızrağı göğsüne saplayıp, itebildiğince derine itti. Gözleri faltaşı gibi açıldı. Dizlerinin üstüne yıkıldı. Konuşmaya çalıştı ama dudaklarından sadece kan sızdı.
Hayalet aynı ifadesiz yüzle, savaşçı kadının ölmesini izledi.
Son kan damlası da vücudundan akıp giderken, savaşçı kadının ruhu bedeninden ayrılıp doğruldu. Artık şeffaf olan ellerine, sonra da yerde gitgide yayılan bir kan birikintisinin ortasında yatmakta olan, gözlerinin feri kaçmış cesedine hayretle baktı. Hortlağın yüzü sertleşti, elinde kendisi gibi yarı şeffaf bir kılıç belirdi.
Işıktan, incecik, doğaüstü bir bağ, yeni hortlağı çağırmış olduğu intikam ruhuna bağlıyordu. Bu bağ sayesinde savaşçı, hayaleti henüz yaşadığı zamanlardaki haliyle; onurlu bir savaşçı olarak görmeye başlamıştı. Uzun boylu ve mağrurdu, zırhı pırıl pırıldı. Duruşundan kendine güvendiği belli oluyordu ama kendini beğenmiş de değildi. Doğuştan önder, doğuştan askerdi. Savaşçı böyle bir komutan için canını seve seve verirdi.
Hayaletin öfkesinin ardındaki anlayışı duydu, ihanetten dolayı hissettiği acıya ortak olduğunu hissetti.
İntikam Mızrağı Kalista, “Senin meselen bizim meselemizdir,” dedi. Sesi mezar toprağı gibi soğuktu. “Artık intikam yolunda birlikte yürüyeceğiz.”
Savaşçı başıyla onayladı.
Böylece intikamcı hayalet ve savaşçının hortlağı yola çıkıp, karanlığa karıştı.
DİPNOT:KULLANILMIŞ İSE BİLGİ VERİN UYGUN ZAMANDA GÜNCELLEYELİM!!!
kod:WWDKMLM8VSK7U4
süresi geçmiş güncelleyin
YanıtlaSilaynen
Sil